Monday, August 12, 2013

İş hayatı uğruna yapılan fedakarlıklar...


Ak sakallı kılıç ustası, oturduğu geniş minderden kalfa ve çıraklarını izliyordu.

Harlı fırında korlaşan çeliğe şekil veren eller, ustalarının öğrettiğini yansıttıkça, yaşlı kılıç ustası son derece keyifleniyor, uzun yıllardır yanında çalışan bu insanlara mesleğinin inceliklerini öğretmenin mutluluğunu yaşıyordu. Bilmekteydi ki, bir gün gelip köşesine çekilmesi gerekirse, ustalığı bu genç insanlarda yaşadığı sürece, ismi de kendisi de yaşayacaktı.

Aniden genç bir savaşçı, atölyeden içeri daldı. Ustaya telaşla yaklaştı " Sevgili ustam, son cenk zorlu çıktı." dedi ve yamulan aile yadigarı kılıcını gösterdi. "Ustam, tez elden kılıcımı tamir etmeni istiyorum." Usta, gönyesi bozulmuş kılıcı dikkatle aldı, bir uzaktan, bir yakından, farklı farklı açılardan, küçük dokunuşlarla defalarca ve defalarca inceledi ve savaşçıya dönerek "Eh.. Bu iş ustalık gerektiriyor, diğer tamirlerden farklı bir yöntem uygulayacağım, bu hem pahalı hem de riskli bir yöntem... Kabul eder misin?"

"Herşeye razıyım.Yeter ki kılıcım istediğim gibi olsun."

Yaşlı usta, kılıcı oturduğu minderin altına yerleştirdi, farklı hız ve ritmlerle iki kez oturup kalktı. Şaşkınlık içindeki genç adam, ustanın ne yaptığını anlamamış bir ifadeyle, kendine uzatılan tamir edilmiş kılıcı aldı, korkulu bir telaşla, kılıcını şöyle bir savurdu.. Herşey mükemmel görünüyordu. En nihayet rahatladı...

"Ustam, ne kadar ödeyeceğim?"

Usta sakalını sıvazlarken, kendinden emin bir ifadeyle "Yirmi altın akçe." dedi. Genç adam hiddetle karışık bir ifadeyle, "Neee? Aman ustam, yaptığın iş iki darbe. Bu paraya ben gider yeni kılıç satın alırdım.Yirmi akçeyi vermem. Zaten seni seyrettim, istesem şimdi ben de yapardım.."

Yaşlı adam sakince genç adamın sözlerini bitirmesini bekledi. Kılıcı aldı, tekrar minderin altına koyarak, eski yamuk haline getiren iki darbeyi oturup kalkarak vurdu ve daha ne olduğunu anlayamadan savaşçıya iade etti.

Şimdi çok kızmıştı genç adam. "Ben de yapabilirim, hatta daha iyisini." Ustanın uzattığı kılıcını hızla çekti.Yandaki konuk minderine oturup, aynı ustasının yaptığı, iki darbeli oturuş ve kalkışları gerçekleştirdi. Minderden muzaffer bir eda ile kalktı ve elini minderin altına sokup, kılıcını hızla çekti. Gözlerine inanamıyordu, ata yadigarı kılıç tam ortadan ikiye bölünmüştü. Çaresiz gözlerle ustaya döndü.

Usta bu olayları yaşamışlığın bilgeliği ile genç savaşçıya, "Ödemeni istediğim bedel iki darbeye değildi, otuz yıllık talimeydi, tecrübemeydi..." dedi.

Merhaba Arkadaşlar......

Şu anki iş hayatımı, aileye benzetiyorum... Ne kadar çok kalabalıklaşırsak, o kadar yoğunluk artıyor, sorumluluk artıyor, haliyle problemler de artıyor, her bir birey için kullandığımız zaman gittikçe bölünerek azalıyor, azalıyor.... Yine aynı ailemiz gibi, nasıl çocuklarımız, büyüyüp hayata yeni yeni adım atarken, hemen geçsin seneler ve birşeyler çabucak olsun isterler ya, bizim işimizi örnek alırsak, aniden parlayan ahşap boyama işine gönül verenler de, hemencecik sonucu görmek istiyorlar. Bizim onlardan çok yaşadığımızı unutup, zorluklarını yaşatmadığımız için, öğütlerimizi dinlemeden, kendilerinin fikirlerinin doğru olduğunu savunuyorlar, daha doğrusu siz ne derseniz deyin,  dediğim dedik olmak istiyorlar.

Eskişehir Baharca Sanatevi'nin bana yazdığı unutamadığım sözlerinde çok ciddi bir gerçek var..." Bu işten para kazanılacağını Türkiye'ye gösteren ilk kişisiniz.Atölye açmanın, ahşap boyama yapmanın saygın bir meslek olduğunu kanıtladınız.. Ahşap boyama objeleri, evlerden, atölyelerden çıkartıp, vitrin raflarına konabileceğini, hatta satılabileceğini ilk gösteren kişisiniz." Bu güzel sözlere hayatım boyunca minnettar kalacağım. Ama, bu seviyeye gelene kadar, ne fedakarlıklar gösterildiğini bilen var mı?

Aynı çocuklarımızla yaşadığımız gibi.... Bilmeleri gerekiyor ki, hayat mutlak iniş çıkışlarla dolu...Nasılsa kendi tercihleri dolayısı ile bir iniş yaşayacaklar, çıkışlar da yaşayacakları gibi...O halde, biz aynı yollardan geçmiş tecrübeli anne baba olarak, ya da aynı iş dalında 14-15 senesini harcamış biri olarak, görevimiz, maalesef şu an için, onların yumuşak iniş yapmalarını sağlamak... Çünkü biz ne kadar öğüt versek de, kendilerinin fikirlerinin doğru olduğunu düşünüyorlar.

O halde, yazımı şöyle toparlayayım.

Yeni atölye açmak isteyenlere, benden franchising almak için her gün arayanlara, ve tabi ki tüm Ece Aymer Craft House ailesi bireylerine birkaç nacizane sözüm olacak...

1.İnsan bazen çok istediği işe, kolayca sahip olurken, önünde yol gösteren olunca, zorluklarını yaşamayınca, sonrasında hayal kırıklığına uğrayabiiyor. "Onca zaman bunun için mi uğraştım" cümlesinin günlük hayatımızda vazgeçilmez bir yere sahip olması kaçınılmazdır, unutmayın ki her iş uzaktan kolay ve güzel gözükür...

2.Maalesef, etrafımızdaki hiç kimse mecbur kalmadıkça, size herhangi bir işin püf noktalarını ve inceliklerini göstermeyecektir. Bu yüzden mesleğinizle ilgili veya paralelindeki işleri başarıyla gerçekleştirenlerin yakasına yapışın ve tüm bilgisini sömürün!!

3.Unutmayın ki, merdivenin birinci basamağından, yirminci basamağına hiç kimse bir seferde rahatça çıkamaz, sabırlı olup, kendimize güvenip, inancınızı yitirmeyin.

4. İyi bir takım üyesi olmak, başarının yarısı demek....

5. Çok sevdiğim bir hikaye var... Maddi sıkıntıları olan bir ailenin iki çocuğu var.. Köyde okul yok, para yok, yol gösteren yok, yardım eden yok.. Katlanmaları gereken çok zorluk var.İki kardeşten birisi bu zorluklar içinde üniversiteyi bitirip, büyük bir kuruluşta üst düzey yönetici oluyor, diğeri ise eğitimini tamamlamıyor, hep bahane, hep bahane, sonuçta köyde kalıyor.

Yıllar sonra her ikisine de soruyorlar "Bu şartlar altında nasıl yükselebildin?" diye..

Üst düzey yönetici "Zaten bu şartlar yüzünden, başarılı olmam, zoru başarmam, kendimi kanıtlamam ve kurtarmam gerekiyordu." diyor.

Sonra köydeki kardeşe soruyorlar aynı soruyu. O da şöyle cevaplıyor: " Bu şartlar altında nasıl başarılı olabilirdim ki?"

6. Yine büyümekte, hayata yeni yeni atılmakta olan çocuklarımızdan örnek vermek istiyorum.

"Annem babam beni anlamıyor, benimle ilgilenmiyor, bunu herkese anlatacağım". Halbuki bütün amacımız, hayatımız, tüm uğraşlarımız onlar için değil mi?

"Anne babamla sorunlarımı paylaşmam. Anlatsam da beni anlamıyorlar". Bazen anlamamazlıktan gelmemiz gerekmiyor mu? Bazen onların hiç istemediği öğütleri vermemiz gerekmiyor mu?Çünkü aynı yollardan biz çoooktan geçmiştik...

"En kısa zamanda evden ayrılacağım. Her konuda başımın etini yemelerinden bıktım artık.Ben zaten başımın çaresine yanlızken daha iyi bakarım. Beni kollayacak bir sürü arkadaşım var."

"Hayır senin dediğin doğru değil...Arkadaşlarım, arkadaşlarımın anneleri, hatta senin dışındaki herkesin doğruları, seninkinden daha doğru, senden başka herkes bana daha yardımcı olmak istiyor, onlarla iyi geçinmek istiyorum, senle değil."

Bizler, anne-baba olarak hep deriz ki:"Aman oğlum, kızım, adım atarken bana bir danış, yanlış mı, doğru mu, en azından seni yönlendireyim, yumuşak iniş yapmanı sağlayayım.." Danışan ve öğüdümüzü dinleyen kaç genç var? Hatta bir süre sonra, onların kendilerini soyutlamaları dolayısı ile iletişim kopukluğu bile yaşanıyor. Hiç konuşmadan yaşayan gençler ve ailelerini tanıyorum..

İşte arkadaşlar..İş hayatımı da aynı çocuk yetiştirmeye benzetiyorum.. Her anne baba gibi, onların iyiliği için , her türlü fedakarlığı yapmaya hazırken, bütün hayatımızı onlar üzerine planlamışken, bu özveriyi görebilenler az....Maalesef olgunlaşmalarını ve sizi anlayabilmeleri için onların da birer anne baba olmasını beklemek galiba en doğrusu....

Diyeceğim şu ki... Her ne kadar istemesek de, aslında bu çocuklar, henüz toyken ve gençken, yukarıda bahsetmeye çalıştığım sebeplerle,  çok haksız yere anne babalarını,  "İŞTEN KOVABİLİYORLAR". Ben de, "daha iyi anne baba olabilmek için" iş hayatında almam gereken dersimi çok iyi aldım.

Söz veriyorum, yarın çok iç açıcı, pozitif , bol resimli ve eğlenceli bir blog yazısı yazacğım.






No comments:

Post a Comment